57 HADÎD SÛRESİ

Medine döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, adını 25. âyette geçen “elHadîd” kelimesinden almıştır. Hadîd, demir demektir. Sûrede başlıca, tüm kâinatın Allah’a ait olduğu ve kâinatta dilediği gibi tasarruf edeceği, Allah’ın dinini yüceltmek için can ve mal ile mücadelenin gerekliliği, dünya hayatının geçiciliği ve aldatıcılığı konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1.         Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

2.         Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca O’nundur. Diriltir, öldürür. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

3.         O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır.[1] O, her şeyi hakkıyla bilendir.

4.         O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra Arş’a[2] kurulandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

5.         Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler ancak O’na döndürülür.

6.         Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.

7.         Allah’a ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.[3]

8.         Peygamber, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki (Allah ezelde) sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).

9.         O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.

10.       Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

11.       Kim Allah’a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükâfat da vardır.

12.       Mü’min erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır.

13.       Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım”[4] diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.

14.       (Münafıklar) mü’minlere şöyle seslenirler: “Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?” (Mü’minler de) derler ki: “Evet, fakat siz kendinizi yaktınız. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, şüphe ettiniz. Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi aldattı.”

15.       Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!

16.       İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.

17.       Bilin ki Allah, yeryüzünü ölümünden sonra diriltmektedir. Düşünesiniz diye gerçekten, size âyetleri açıkladık.

18.       Şüphesiz ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli bir mükâfat da vardır.

19.       Allah’a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.

20.       Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.

21.       Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

22.       Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.

23.       Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.

24.       Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır.

25.       Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

26.       Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir.

27.       Sonra bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa[5] gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.

28.       Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

29.       Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.


[1] Allah’ın ilk ve son olması, varlığının bir başlangıcı ve sonu olmaması demektir. Allah’ın Zahir ve Bâtın olması ise O’nun varlığının, varlığına delalet eden delillerle açık olması, bununla birlikte gözle görülememesi ve akılların, mahiyetini kavrayamaması demektir.

[2] Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.

[3] İslâm’a göre insanın sahip olduğu her şey, Allah’ın insana emanetidir. Âyet-i kerimede bu genel İslâmî anlayış çerçevesinde malın da gerçekte Allah’ın olduğu hatırlatılmakta ve yerli yerince kullanılması istenmektedir.

[4] Âyetin bu kısmı, “Bizi bekleyin ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” şeklinde de tercüme edilebilir.

[5] Ruhbanlık, insanlardan uzaklaşıp riyazata çekilerek dünya zevklerini terk etmek ve kendini aşırı bir şekilde ibadete vermek demektir. Baştan beri hak dinler böylesi bir aşırılığı onaylamamaktadır. Ruhbanlığı Hıristiyanlar icad etmişlerdir. Hz. İsa’dan sonra, gördükleri baskı ve zulüm sebebiyle bir kısım hıristiyanlar toplumsal hayattan soyutlanarak, edindikleri özel mekânlara çekilmişler ve kendilerini ibadete adamışlardı. Zamanla, bir yaşayış biçimi olarak, Hıristiyanlığın bünyesinde yerleşen bu uygulamaya “ruhbanlık”, uygulayanlara da “ruhban” adı verilir.

56 VÂKI’A SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir. Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1, 2. Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

3, 4, 5, 6, 7. Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

8.         Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir![1]

9.         Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir![2]

10, 11. (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir.

12. Onlar, Naîm cennetlerindedirler.

13, 14. Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.

15, 16. Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

17, 18, 19, 20, 21. Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

22, 23. Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

24.       (Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)

25.       Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.

26.       Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.

27.       Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir![3]

28, 29, 30, 31, 32, 33, 34. (Onlar), dikensiz sidir ağaçları[4] ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

35. Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.

36, 37, 38. Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

39, 40. Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

41. Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!

42, 43, 44. Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.

45.       Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.

46.       Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

47.       Diyorlardı ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?”

48.       “Evvelki atalarımız da mı?”

49, 50. De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.”

51, 52. Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

53.       Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

54.       Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

55.       Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

56.       İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.

57.       Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

58.       Attığınız o meniye ne dersiniz?!

59.       Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?

60, 61. Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

62.       Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O hâlde düşünseniz ya!

63.       Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?!

64.       Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

65.       Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:

66.       “Muhakkak biz çok ziyandayız!”

67.       “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!”

68.       İçtiğiniz suya ne dersiniz?!

69.       Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

70.       Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.

71.       Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?!

72.       Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

73.       Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.

74.       O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).

75, 76. Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-.

77.       O, elbette değerli bir Kur’an’dır.

78.       Korunmuş bir kitaptadır.

79.       Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.

80.       Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.

81, 82. Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

83.       Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!

84.       Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.

85.       Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.

86, 87. Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!

88, 89. Fakat (ölen kişi) Allah’a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

90, 91. Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!” denir.

92, 93. Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

94.       Bir de cehenneme atılma vardır.

95.       Şüphesiz bu, kesin gerçektir.

96.       Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.


[1] Bu âyet, “Defterleri sağ tarafından verilenler var ya, ne mutlu kimselerdir amel defterleri sağ tarafından verilenler”, şeklinde de tercüme edilebilir.

[2] Bu âyet, “Amel defterleri soldan verilenler var ya, ne mutsuz kimselerdir amel defterleri soldan verilenler!” şeklinde de tercüme edilebilir.

[3] Bu âyet, “Amel defterleri sağdan verilenler var ya, amel defterleri sağdan verilenler ne mutlu kimselerdir!” şeklinde de tercüme edilebilir.

[4] “Sidr” Arabistan kirazı diye bilinen dikenli bir meyve ağacıdır. Kur’an, cennetteki sidrin dikenli olmadığını açıklamaktadır.

55 RAHMÂN SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 78 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan ve Allah’ın sıfatlarından biri olan “er-Rahmân” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın nimetleri, birliğini ve kudretini gösteren kâinat delilleri ve günahkârların kıyamette karşılaşacakları korku ve şiddet konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1, 2. Rahmân, Kur’an’ı öğretti.

3.         İnsanı yarattı.

4.         Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.

5.         Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.

6.         Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.

7.         Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.

8.         Ölçüde haddi aşmayın.

9.         Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.

10.       Allah, yeri yaratıklar için var etti.

11.       Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.

12.       Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.

13.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

14.       Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.

15.       “Cin”i de yalın bir ateşten yarattı.

16.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

17.       O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.[1]

18.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

19.       (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.[2]

20.       (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.

21.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

22.       O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.

23.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

24.       Denizde akıp giden dağlar gibi yüksek gemiler de O’nundur.

25.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

26.       Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.

27.       Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.

28.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

29.       Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.

30.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

31.       Yakında sizi de hesaba çekeceğiz, ey cinler ve insanlar!

32.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

33.       Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.

34.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

35.       Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız.

36.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

37.       Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?)

38.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

39.       İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.[3]

40.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

41.       Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

42.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

43.       İşte bu suçluların yalanladıkları cehennemdir.

44.       Onlar, cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler.

45.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

46.       Rabbinin huzurunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.

47.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

48.       İki cennet de (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir.

49.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

50.       İçlerinde akan iki pınar vardır.

51.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

52.       İkisinde de her meyveden çift çift vardır.

53.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

54.       Onlar astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.

55.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

56.       Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.

57.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

58.       Onlar sanki yakut ve mercandır.

59.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

60.       İyiliğin karşılığı, yalnız iyiliktir.

61.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

62.       Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır.

63.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

64.       O iki cennet koyu yeşil renktedir.

65.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

66.       İçlerinde kaynayan iki pınar vardır.

67.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

68.       İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.

69.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

70.       Onlarda huyları güzel, yüzleri güzel dilberler vardır.

71.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

72.       Onlar, çadırlara kapanmış hurilerdir.

73.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

74.       Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.

75.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

76.       Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).

77.       O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

78.       Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.


[1] Güneş dünyanın herhangi bir noktasında batarken aynı zamanda oranın mukabili olan yerde de doğmaktadır. Diğer bir bakış açısıyla, güneş bir yerde doğarken aynı anda, bir başka yerde batmaktadır. Buna göre itibarî olarak güneşin bir tam gün içinde iki doğuşu ve iki batışı bulunmaktadır. Mevsimlere göre güneşin ufukta doğup battığı farklı noktalar dikkate alınacak olursa, buna göre birçok “Doğu” ve birçok “Batı” dan söz edilebilir. (Bakınız: Sâffât sûresi, âyet, 5 ve dipnotu.)

[2] Benzer ifadeler için bakınız: Furkân sûresi, âyet, 53.

[3] Çünkü her şey kayıt altına alınmıştır.

54 KAMER SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 55 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Kamer” kelimesinden almıştır. Kamer, ay demektir. Sûrede ana fikir olarak, Kur’an’ı yalanlayanlar, çeşitli azap ve helâk örnekleri de verilerek uyarılmaktadır.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1.         Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.[1]

2.         Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.

3.         Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.

4.         Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.

5.         Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!

6, 7. O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil’in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

8.         Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, “Bu zor bir gün” derler.

9.         Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “Bu bir delidir” dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.

10.       O da Rabbine, “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti.

11.       Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.

12.       Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

13.       Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.

14.       Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.

15.       Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

16.       Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!

17.       Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

18.       Âd kavmi de (Hûd’u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!

19.       Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

20.       İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

21.       Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!

22.       Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

23, 24. Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”

25.       “Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir.”

26.       Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!

27.       (Salih’e şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.”

28.       “Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.”

29.       Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.

30.       Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış!

31.       Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.

32.       Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

33.       Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.

34, 35. Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.

36.       Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

37.       Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.

38.       Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.

39.       “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.

40.       Andolsun, biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

41.       Andolsun, Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti.

42.       Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.

43.       (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?

44.       Yoksa onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?

45.       O topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

46.       Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.

47.       Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.

48.       Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.

49.       Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.

50.       Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)

51.       Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?

52.       İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.

53.       Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.

54.       Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.

55.       Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.


[1] Hadis rivayetlerine göre, “Ayın yarılması” Hz. Peygamberin gösterdiği mucizelerden biridir. Müşriklerin bir mucize istemeleri üzerine Hz. Peygamber parmağı ile aya işaret etmiş ve ay ikiye bölünmüştü. Bazı müfessirlere göre ise, “Ayın yarılması” olayı Kıyamet yaklaştığı zaman meydana gelecektir.

53 NECM SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 62 âyettir. Sûre, adını ilk âyetin başındaki “en-Necm” kelimesinden almıştır. Necm, yıldız demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın vahiy eseri olduğu vurgulanmakta, herkesin yaptığının karşılığını göreceği, Allah’ın kudretinin delilleri konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1,2. Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.

3.         O, nefis arzusu ile konuşmaz.

4.         (Size okuduğu) Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.

5, 6, 7. (Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.

8.         Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.

9.         (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.

10.       Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.

11.       Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.

12.       (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?

13.       Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.

14.       Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında.

15.       Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.

16.       O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.

17.       Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.[1]

18.       Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.

19, 20. Lât ve Uzza’ya ve diğer üçüncüsü Menat’a ne dersiniz?[2]

21.       Erkek size de, dişi O’na mı?[3]

22.       Öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır.

23.       Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilâh edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler) yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.

24.       Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?[4]

25.       Oysa, Ahiret de dünya da Allah’ındır.

26.       Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.

27.       Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.

28.       Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.

29.       Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.

30.       İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.

31.       Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu,) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanları da daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.

32.       Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.

33, 34. Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?

35. Gayb’ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?

36, 37. Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?

38.       Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.

39.       İnsan için ancak çalıştığı vardır.

40.       Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.

41.       Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.

42.       Şüphesiz en son varış Rabbinedir.

43.       Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır.

44.       Şüphesiz O, öldürür ve diriltir.

45, 46. Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.

47.       Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir.

48.       Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı.

49.       Şüphesiz O, Şi’râ’nın[5] Rabbidir.

50, 51. Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı.

52. Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi.

53, 54. O, “Mu’tefike”yi[6] de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür.

55.       O hâlde Rabbi’nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!).

56.       Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

57.       Yaklaşmakta olan (Kıyamet iyice) yaklaştı.

58.       Onu Allah’tan başka açacak kimse yoktur.

59, 60, 61. Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur’an’a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?

62. Haydi Allah’a secde edin ve O’na kulluk edin.


[1] Âyette Hz. Peygamber’in Cebrail’i gördüğü anda bakışlarının onda sabitleştiği, başka bir şeye bakamadığı anlatılmaktadır.

[2] Lât, Uzzâ ve Menât, müşriklerin taptıkları putlardan bazılarıdır.

[3] Âyette müşriklerin, “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki inançları (Bakınız: âyet, 27) kınanmakta, Allah’a, lâyık olmadığı şeyleri isnat etmenin şirk ve bir çeşit putperestlik olduğu ifade edilmektedir.

[4] Âyette müşriklerin, putların şefaatini beklemek gibi yersiz ümitlerinden hareketle, insanoğlunun da her arzusuna kavuşamayacağı vurgulanmaktadır.

[5] “Şi’râ”, Himyer ve Huzâ’a kabilelerinin taptığı bir yıldızın adıdır. Bu ifadeyle, Allah’ın, evrenin yaratıcı ve hâkimi olduğu vurgulanmaktadır.

[6] “Mu’tefike”, altı üstüne getirilmiş demektir. Burada içlerinde yaşayan Lût kavmi ile birlikte alt üst edilen şehirler için özel isim gibi kullanılmıştır.

52 TÛR SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 49 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “etTûr” kelimesinden almıştır. Tûr, dağ demektir. Burada Hz. Mûsâ’ya ilk vahyin geldiği, Sina Yarımadası’nın güneyindeki Sina dağı kastedilmektedir. Sûrede başlıca, ahiret hâlleri, kâfirlerin karşılaşacakları ceza, mü’minlerin mükâfatları konu edilmekte ve müşriklerin Hz. Peygamber hakkındaki batıl iddiaları reddedilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Tûr’a, yayılmış ince deri sayfalara düzenle yazılmış kitaba, “Beyt-i Ma’mur”a[1], yükseltilmiş tavana (göğe), kabaran denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.

8.         Onu geri çevirecek hiçbir şey yoktur.

9.         O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.

10.       Dağlar yürüdükçe yürür.

11, 12. İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!

13, 14. Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir” denilir.

15.       “Bu Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?”

16.       “Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor.”

17, 18. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.

19, 20. Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.

21.       İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.

22.       Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.

23.       Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar.

24.       Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.

25.       Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.

26.       Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık.”

27.       “Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”

28.       “Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”

29.       (Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.

30.       Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?

31.       Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”

32.       Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?

33.       Yoksa “O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.

34.       Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!

35.       Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?

36.       Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.

37.       Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?

38.       Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir delil getirsin!

39.       Yoksa, kızlar O’na (Allah’a) da oğullar size mi?

40.       Yoksa sen onlardan (tebliğ görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan ağır bir yük altında mı kalmışlardır?

41.       Yoksa, gayb ilmi onların yanında da ondan mı yazıyorlar?

42.       Yoksa, bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl, inkâr edenler tuzağa düşecek olanlardır.[2]

43.       Yoksa, onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.

44.       Gökten düşmekte olan parçalar görseler, “Bunlar, üst üste yığılmış bulutlardır” derler.

45.       Artık sen çarpılacakları günlerine kadar onları kendi

hâllerine bırak.[3]

46.       O gün tuzakları kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir ve kendilerine yardım da edilmeyecektir.

47.       Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var.4 Fakat onların çoğu bilmezler.

48.       Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tespih et.

49.       Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında O’nu tespih et.


[1] “Beyt-i Ma’mur”, ifadesiyle yedinci kat gökte meleklerin ziyaretgâhı olan bir makam, yahut Kâ’be kastedilmektedir.

[2] Müşrikler, Dâru’n-Nedve’de toplanıp Ebû Cehil’in getirdiği bir teklif uyarınca hile ile Hz.Peygamber’i öldürmeyi planlamışlardı. Âyette bu sinsi plana işaret edilmektedir. Konu için ayrıca, Enfâl sûresinin 30. âyetinin dipnotuna bakınız.

[3] “Çarpılacakları gün” ifadesi ile ölecekleri gün veya birinci sûrun üfürüleceği gün kastedilmektedir.

51 ZÂRİYÂT SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “ez-zâriyât” kelimesinden almıştır. Zâriyât, esip savuran rüzgârlar demektir. Sûrede başlıca, öldükten sonra hesap için toplanma, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap, mü’minlere verilecek mükâfatlar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren kevni deliller konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1, 2, 3, 4, 5, 6. Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap, mükâfat ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.[1]

7, 8.     Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.

9.         Ondan (Peygamber’den) çevrilen çevrilir.

10, 11. Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!

12. “Hesap, mükâfat ve ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.

13, 14. Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”

15, 16. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapan kimselerdi.

17.       Geceleri pek az uyurlardı.

18.       Seherlerde bağışlama dilerlerdi.

19.       Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.

20, 21. Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?

22.       Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.

23.       Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.

24.       (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?

25.       Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).

26.       Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.

27.       Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.

28.       (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.

29.       Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.

30.       Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”

31.       İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.

32, 33, 34. Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”

35.       Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.

36.       Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.

37.       Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.

38.       Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.

39.       O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.

40.       Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.

41.       Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.

42.       Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.

43.       Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.

44.       Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.

45.       Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.

46.       Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.

47.       Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.[2]

48.       Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.

49.       Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

50.       O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

51.       Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

52.       İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.

53.       Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.

54.       Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.

55.       Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.

56.       Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

57.       Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.

58.       Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.

59.       Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.

60.       Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!


[1] Âyetlerde rüzgâr, bulutlar, yağmur ve bunlar gibi her türlü hareket hâlinde olan ve taşıyıp nakletme fonksiyonu bulunan tüm varlık ve tabiat olaylarının kâinat düzenindeki önemine ve bunun da ötesinde, varlıklar âlemindeki sürekli hareketlilik ve oluşuma dikkat çekilmekte, bütün bunların ilâhî kudret tarafından yönetildiği vurgulanmaktadır.

[2] Âyet, “Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu bakış açısı, modern astrofizikte gündemde bulunan, evrenin sürekli genişlemekte olduğu görüşünü desteklemektedir.

50 KÂF SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını başındaki “Kâf ” harfinden almıştır. Sûrede başlıca İslâm inancının temel esasları çerçevesinde, Allah’ın birliğinin delilleri, Peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve geçmişteki inkârcı milletlerin başlarına gelen felaketler, uğradıkları azaplar konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1, 2. Kâf.[1] Şerefli Kur’ân’a andolsun ki kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu tuhaf bir şeydir!”

3.         “Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirilecekmişiz)? Bu, akla uzak (imkânsız) bir dönüştür!”

4.         Şüphesiz biz, toprağın; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Yanımızda (o bilgileri) koruyan bir kitap vardır.

5.         Hatta gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Artık onlar kararsız bir hâldedirler.

6.         Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur.

7.         Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

8.         Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir.

9, 10, 11. Gökten de bereketli yağmur yağdırıp onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler), birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir.

12, 13, 14. Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût’un kardeşleri, Eykeliler, Tübba’ın[2] kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.

15.       İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler.

16.       Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.

17.       Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir.

18.       İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.

19.       Ölüm sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona, “İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir” denir.

20.       (İnsanlar öldükten sonra tekrar dirilmeleri için) Sûr’a[3] üfürülecek. İşte bu, tehdidin gerçekleşeceği gündür.

21.       Herkes beraberinde bir sevk edici, bir de şahitlik edici (melek) ile gelir.

22.       (Ona) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir” (denir.)

23.       Beraberindeki (melek) şöyle der: “İşte bu yanımdaki hazır.”

24, 25. (Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!”

26.       “Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!”

27.       Arkadaşı (olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi.”

28.       Allah, şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım.”

29.       “Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”

30.       O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der.

31.       Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.

32, 33. (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.”

34.       “Oraya esenlikle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.”

35.       Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.

36.       Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?

37.       Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.

38.       Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.

39.       O hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.[4]

40.       Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.

41.       (Ey Muhammed!) Çağırıcının yakın bir yerden sesleneceği gün, (o sese) kulak ver.

42.       O gün insanlar hakka çağıran o korkunç sesi işiteceklerdir. İşte bu, (kabirlerden) çıkış günüdür.

43.       Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.

44.       O gün yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, (hesap için) bir toplamadır, bize göre kolaydır.

45.       Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.


[1] Bu harf ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.

[2] “Tübba”, Yemen hükümdarlarına verilen addır.

[3] “Sûr”, üfürülmesi ile kıyametin kopacağı, mahiyeti bizce bilinmeyen bir tür boru demektir.

[4] Bu âyette sabah, öğle ve ikindi namazlarının vakitlerine; bir sonraki 40. âyette ise, akşam ve yatsı namazlarının vakitlerine işaret edilmektedir.

49 HUCURÂT SÛRESİ

Medine döneminde inmiştir. 18 âyettir. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır. Hucurât odalar demektir. Burada Hz. Peygamber’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odalar kastedilmektedir. Sûrede başlıca, mü’minlerin, gerek Hz. Peygambere karşı, gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlâk kuralları konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1.         Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

2.         Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.

3.         Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

4.         (Ey Muhammed!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir.[1]

5.         Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

6.         Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.

7.         Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.

8.         Allah, kendi katından bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir

9.         Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.

10.       Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.

11.       Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

12.       Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

13.       Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.

14.       Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin.[2] Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

15.       İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.

16.       (Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”

17.       Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lütufta bulunmuş oluyor.” 18.       Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir


[1] Uyeyne İbn Husâyn ve Akra’ İbn Hâbis, Temimoğulları’ndan yetmiş kişilik bir heyetle birlikte Hz. Peygamber’in istirahatta bulunduğu bir öğle vaktinde odaların arkasına gelerek, “Ey Muhammed! Yanımıza gel” diye seslenmişlerdi. Âyette onların bu kaba davranışı kınanmaktadır.

[2] Bu cümle, “Fakat İslâm’a girdik, deyin” şeklinde de tercüme edilebilir.

48 FETİH SÛRESİ

Medine döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, adını 1, 18 ve 27. âyetlerde geçen “fetih” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber ile Mekke’li müşrikler arasında gerçekleşen Hudeybiye antlaşması, cihad, savaştan geri kalan münafıklar ve Mekke’nin fethedileceği müjdesi konu edilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1.         Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.[1]

2, 3. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.

4.         O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

5.         Bütün bunlar Allah’ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır.

6.         Bir de, Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük girdabı onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!

7.         Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

8.         (Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

9.         Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik.)

10.       Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar.[2] Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.

11.       Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

12.       (Ey münafıklar!) Siz aslında, Peygamberin ve inananların bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.

13.       Kim Allah’a ve Peygambere inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli bir ateş hazırladık.

14.       Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15.       Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, “Bırakın biz de sizinle gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah, önceden böyle buyurmuştur.” Onlar, “Bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Hayır, onlar pek az anlarlar.

16.       Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”

17.       Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.

18, 19. Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih[3] ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

20.       Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı) ki, bunlar mü’minler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin.

21.       Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah’ın, ilmiyle kuşattığı başka (kazançlar) da vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

22.       İnkâr edenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.

23.       Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

24.       O, Mekke’nin göbeğinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

25.       Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık.

26.       Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) sözünü tutmalarını sağlamıştı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.

27.       Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.[4]

28.       O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.

29.       Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.


[1] Âyetteki “fetih” ile daha sonra gerçekleşecek Mekke fethi kastedilmektedir. Ayrıca sûrenin inmesinden önce gerçekleşen ve Mekke fethine zemin hazırlamış olan Hudeybiye barışının kastedilmiş olması da mümkündür.

[2] “Bîat”, el tutuşup söz vermek demektir. Âyette, Hudeybiye’de müslümanların, Hz. Peygamber’e bağlılık göstereceklerine, gerektiğinde onunla birlikte savaşacaklarına dair söz vermeleri kastedilmektedir. Bu olay, İslâm tarihinde “Bey’atu’r-Rıdvan” diye anılır.

[3] Âyette sözü edilen fetih, Hudeybiye barışından hemen sonra gerçekleşen Hayber’in fethi olayıdır. Daha sonraki âyetlerde sözü edilen ganimetler de burada elde edilen ganimetlerdir.

[4] Âyette sözü edilen “yakın fetih” Mekke fethinden önce gerçekleşen Hayber fethi veya Hudeybiye barışıdır. Hudeybiye barışının fetih diye nitelenmesi, İslâm adına önemli açılımlar sağlamış olması sebebiyledir.

>